30 Mayıs 2009 Cumartesi

Ey Kalbim



Ey kalbim!

Aşkın yaralayıp geçtiği, yaralarken karaladığı bir kalbi aklamakla geçiyor ömrün. Uykusuz kaç gece geçirdin, unuttun. Kaç mevsim, kaç yıl yaşadın öylece, sayısı belli değil. Mermer kesilmiş o kalbe şefkatten bir merhem oldun. Ateşe her düştüğünde, her ateş olduğunda, ona kalbinden serinlik üfledin. Yüzü yeri gösterdiğinde, o düşmeye koyulduğunda, yanı başında bir imla gibi yükseldin; gözlerine tutunarak dile geldi, yürümeye koyuldu. Evet, ‘aşkın karaladığını aklamak aşktan büyüktü(r)!’ Ama gel gör ki; aşkın yaralayıp geçtiği, yaralarken karaladığı bu kalbe, aşka dair dili unutmuş bu kalbe aşkla bağlandın, bu kalpten aşk dilendin. Aşk dedin, sadece aşk… Bir cümle kursun, ‘seni seviyorum’ desin istedin. Ateş içindeki o kalbe su olup yürümüşken, sen de onunla ateş olmuşken, onun da sana su olup yürümesini bekledin. ‘Bana su ol, gel!’ dedin.

‘Seni seviyorum’ diyemedi, ‘aşkın karaladığını aklamak aşktan büyüktür!’ diyebildi sadece, aşktan ötesini gösterdi. ‘Hayır’ dedin, ‘bir cümle kur, sadece bir cümle, ‘seni seviyorum!’ de.’ Diyemedi işte, diyemedi ve sen bütünüyle ateş kesildin. Alevden kanatlarla yükseldin yanından, yükselirken konuştun. Her konuşman onu susturdu, yeniden hatırladığı dilden oldu, gittikçe kocaman bir susku oldu. Sustukça kalbin acıdı. Bir sevgili olarak giremediğin kalbin dili de sana kapandı. Sustu, sadece susabildi. Bu kadarını yapabildi. Öyleydi; aşkla karalanmış kalpten aşk, ısrarla aşk istemek, o kalpte kabuk bağlamış onlarca yarayı yeniden kanatır. Aşk talebine cevap vermeyen kalbe ‘sitem’ etmek o kalbe taş atmaktır, o kalbi kırmak, susturmaktır. Onu susturdun! Bu sana daha ağır geldi, karşında sadece bir ‘susku’ olabilen o kalbi tekrar dile getirmek, ona birkaç cümle kurdurmak istedin. Yeter ki susmasın istedin; konuşsun, sadece konuşsun... Ondan bir cümle değil, herhangi bir cümle bekledin. Ama susuyordu işte! Seninle kımıldanan dili yuvasına kıvrılmış, içinde uyanmış kelimeler tekrar uykularına çekilmişti. O kalbe daha büyük taşlar attın. Bu taşlar, canını acıtsa da konuşturacak sandın. Öyle sanıyordun. Ama aşk bahsinde böyle olmuyor. Sevilen kalbe daha büyük taşlar atılınca, o daha büyükçe kırılır. Ölür, bütünüyle susar! Sevene sadece gitmek kalır; seven için bu ölüm olsa da, elinden başka bir şey gelmez.



Ey kalbim!

Aşkın mağlubusun sen. Zaferlerde adın yazılmıyor, mağlubiyetlerin adamısın. Taşın içindeki heykele giden yontucu gibi mağlubiyetteki zafere yürüyorsun. Aşk, seni onurdan ve gururdan soyundurmuş. Ne kadar iktidar varsa, hiçbiri üzerinde iyi durmuyor, bir yerinden sarkıyorlar. Sahip olduklarından vazgeçiyor, çokluğunu azaltıyorsun. Yolun seyrelmeye varıyor, her adımın seni biraz daha azaltıyor. Devamlı kıyıya düşüyorsun; etrafında kim ve ne varsa, yerin hep kıyı oluyor. Sen bir ‘kıyıperver’sin işte! Yaşamıyorsun; yaşamıyor, yaşamıyor gibi yaşıyorsun. Yaşadığını sandığın anda, kaybediveriyorsun.


Ey kalbim!

Aşka düşmüşsün; kaderin, camın kırılganlığına, taşın sertliğine yazılmış. Kaderin sorusu yok biliyorsun, sonucu var sadece. Aşk içini bir cam kadar inceltmiş, parlatmış; ne varsa hayatta, gelip ona dokunabiliyor. Hayatın en ince ve en küçük parçaları bile, taşın sertliğiyle kalbine varıyor. Hayatın harına her düştüğünde dağılıyorsun, içinde cam kırıkları dolaşmaya başlıyor. Kanıyorsun; evine, kalbine dönüyor, içine düşüyorsun.

Sen bir yazıcısın, ey kalbim! Aşkın mağlubu bir yazıcı olarak ressamlara akrabasın. Kelimelere sığınıyor, kalbini kelimelere sığıştırıyorsun. Her seferinde, kelimelere her sığındığında, içinin resmini yapıyorsun. Yontucu taştaki fazlalıkları atıp içerideki resmi çıkartırken, sen içindekine kelimeler giydirip onları kapatıyor, kapatırken gösteriyorsun. Dışarıda yaşananların içinde öldürdüklerini yazarak yaşatıyorsun. Ölümden kaçan ne kadar şey varsa gelip yazına oturuyor, yazında hayat buluyorlar; o kadar şey içinde yaşamaya koyuluyorsun. Hayır, çoğu yontucu gibi ‘tanrı’yı resmetmiyorsun; yazıda, zaaflarınla birlikte, bir insan olarak yer alıyorsun. Biricik bir hayat yaşıyorsun; yaşadığın ne ise, bu, gidip kendince olan bir dile oturuyor.

Son noktayı koydugum her yazı,
Yürüdüğüm her yol içinde bir eksikle kalıyor oysa,
Eksik tarafım düşmüş bir dişin oyugu gibi sızlıyor biliyormusun..
Tasın sertliğinde bir ömür biçiyorum artık kendime
Sorularım camın kırık noktasını akraba etti yüregimi
Sen nehir olup söndürdün içimde suya kafa tutan atesi
Zaferim yok senden yana maglup yanın kaldım

ALASMALDIK...

0 yorum:

Yorum Gönder